22 Mayıs 2011 Pazar

İsimler ve Belalar

Karababa Tekkesi'nin Şeyhi Ahmet Efendi anlatmıştı: "İbnül Emin Mahmut beyle beraber Beyazıt'ta yürürken, yedi sekiz yaşlarında bir çocuk annesine taş atıyordu. Annesi ise çocuğuna "Yapma yavrum Atanım" diye yalvarıyordu.Çocuğun adının Atan olduğunu duyunca İbnül Emin, "At yavrum at, annen kendisi istemiş atmanı" dedi ve yoluna devam etti"Yalnız Basra'yı değil, bütün bir Körfez'in harap olmasına sebep olan Saddam'dır.Saddam ismi çarpan, çatan manasına gelir.Farsça olarak "Sad" kelimesi rakamlardan yüz manasına gelir. "Dam" kelimesi de hile, tuzak.
Sevgili peygamberimiz bir gün bir koyun sağmak için  "Kim bu koyunu sağacak?" diye sormuş.
Sahabeden biri "ben" demiş.
Senin adı ne?
Adım Mürra demiş. (Acı manasınadır.)
Sen otur. Başka kim sağacak?
Bir adam ayağa kalktı ve Ben dedi...
- Senin adın ne?
- Harp
- Sen de otur.
- Kim sağacak
Bir adam ayağa kalktı Ben dedi...
- Senin adın ne?
- Yeiyş (Yaşar manasına)
- Sen sağ (koyunu) demiş. (Malik, Muvatta, K. Cami, bab, Ma yükrahü binel esma, hadis 1540)
Hazreti Ömer, bir adam adın ne diye sorar.
Adam, adım Cemre der. (Ateşin közü manasına)
Ömer -  Kimin oğlusun?
Adam - İbni Şihab'ın (Alev oğlu demek)
Ömer - Kimlerdensin?
Adam - Huraka'dan (Yangın çıkaranlardan manasına)
Ömer - Nerede oturuyorsun?
Adam - Harratünnar'da (Ateş sıcağı manasına)
Ömer - Evin nerede?
Adam - Zati leza'da (Alevli mahallesi demek)
Ömer- Çabuk ailene yetiş evin yanıyor" der. Ve gerçekten de evin yandığını görür. (Malik, Muvatta, K. Cami, bab, Ma yükrahü minel esma, hadis 1541)
Kahramanmaraş'ta Mitoloji meraklısı olduğu söylenen baba Necdet Şenocak, çocuklarının adlarını mitolojiden almış ve Raden (31), Rulin (30), Sajen (27) ve Beraris (26) diye isimlendirmiş.Çocuklar, çok sevdikleri anne Neyran'ın 15 Nisan günü ölmelerine dayanamamışlar ve Maraş'ta bir bağ evinde dördü birden intihar etmişler.Sevgili peygamberimiz, insanların isimlerinin güzel olmasını istediği gibi dağların, derelerin ve bütün eşyanın isimlerinin güzel olmasını da istemiştir.
Bir gün yolculuk esnasında iki dağın arasına uğradı.
- Bu iki dağın adı nedir? Diye sordu.
- Biri Fadıh öbürü Muhzi dediler.
Sevgili peygamberimiz hemen oradan başka yere gitti ve oraya bir daha uğramadı.
Hazreti Hüseyin de Kerbela'da konakladığında "Buranın adı nedir? Demiş.
Yanındakiler "Kerbela" deyince Hazreti Hüseyin "Kerb ve Bela" yani keder, üzüntü ve bela" demiş ve ondan sonrası bin üçyüz yıldır yüreklerimizi yakar.Hâlâ insanlarımız kış günlerinde arabalarıyla dağdan aşarlarken "Kervan kıran" belinden geçmemeye dikkat ederler.Her şeyinizin iyi ve güzel olmasına dikkat ediniz. Çocuklarınızın isimlerine daha fazla dikkat ediniz.
 alıntı
Mahmut Toptaş

16 Mayıs 2011 Pazartesi

BABA SEVGİSİ

Meşhur Bir Yazarımızın Baba Sevgisine Hasreti...
 
İkinci Dünya Savaşı yıllarıdır. Anadolu'da açlık, yokluk ve sefalet kol gezmektedir.   Devlet memuru olan baba ilk eşinden boşanmış, çok geçmeden de ikinci kez evlenmiştir. Evlendiği hanım her Anadolu kadını gibi yokluğa, yoksulluğa tahammüllü soylu bir ailenin kızıdır. Bu evlilikte Allah, aileye nur topu gibi arka arkaya dört evlad verir. Bir numara ağabey, ikinci numara ise olayın kahramanı olan yazarımızdır.Derken baba bir başka evlilik daha yapar. Anne kahır ve çile çekmiş, tevekkül etmeyi iyi bilen bir hanımefendidir. İlimle iştigal eden bir ailenin kızı olması da ayrıcalığıdır. Üzerine kuma gelmesiyle çocuklarına hem annelik hem babalık yapmaya başlar.Bu çocuklardan büyük olan ağabey, küçük ise yazarımızdır. Büyük deyince fazla yaş farkı var sanmayın. Topu topu iki yaş. Ne var ki bu yaş farkı ağabey'in zorunlu olarak babalık rolünü oynamasına kapı aralayacaktır. Çünkü Ağabey, yazarımızı çok sever, hatta onun iş yapmasına bile dayanamaz. O yorulmasın, ben yaparım, diye annesine tembih eder. Evin bütün dış işlerini üstlenir.Baba ise öyle bilinçsiz biri de değildir. Çelebi ruhlu bilge bir insandır. Okumuş, üniversite bitirmiştir. Geniş kültürlü biridir. Edebiyattan tasavvufa, fıkha kadar ilmi iyi özümsemiştir. Arapça bilir, Farsçaya aşinadır. Hatta memuriyet dışında fahri olarak cami kürsülerine çıkıp mükemmelen vaazlar eder.Yine babanın Tasavvufla yakın ünsiyeti vardır. Anne de bir Nakşi şeyhinden ders almıştır. Dikkat buyurun 1940'lı, 50'li yıllardan bahsediyorum.Dahası, Baba çocuklarına düşkün olmasına düşkündür. Onların iyi eğitim görmesini ister. Fakat çocuklarıyla hiçbir zaman doğrudan ilgilenmez. Çocuklarına sevgisini göstermede tutumludur. Daha doğrusu cimri. Nitekim yazarımızda dâhil olmak üzere çocukları bir kez olsun sevginin bir tezahürü olarak babaları tarafından kendilerinin sevilip, başlarının okşandığını hatırlamazlar.Baba yalnızca dokunmama olgusunu sevgide değil, öfke anlarında da göstermez. Yazar ve ağabeyi bir kez olsun dayak yediklerini hatırlamazlar.Baba, çocuklarına karşı ilgisiz durur, mesafeli durur durmasına ama onların dini konulardaki sorularını cevaplar. Müşkülatlarını giderir. Onları ruhen, zihnen eğitir.
 
Yazarımız ve ağabeyi daha okula başlamadan Kur'an-ı Kerim'i öğrenirler.Yıllar geçer. Yazarımız liseyi bitirip, yüksek öğrenim yapmak için büyük bir şehre giderken, sürekli parasız olan babası, yazarımıza "başının çaresine" bakmasını ister.Yazarımız başının çaresine bakar elbet. Fakat o uzun süre babasına kırgın, hatta biraz da kızgındır. Derken yıllar yılları kovalar. Yazarımız okur, üniversiteyi bitirir. Evlenir çoluk çocuğa karışır. İşte bu koşutta yazarımız bütün sevgisini çocuklarına hasreder. Yalnızca kendi çocuklarını değil, karşılaştığı her çocuğu dokunarak sevecektir. Bu tavır, geçmişte baba ilgisizliğine ve sevgisizliğine karşı bir tepki, bir özlemden kaynaklanıyor olsa gerektir.Baba ise vefat eder. Vefatından sonra bıraktığı boşluk çocukları tarafından daha fazla anlaşılır. Yazarımızda dâhil olmak üzere çocukları babaları hakkında hiçbir zaman kötülük düşünmezler. Hatta dünyada rahat yüzü görmedi diye babalarının ardından hayıflanıp, üzülürler. Arkasından Fatihalar okumayı da ihmal etmezler.Yazarımız ise, lise yıllarında başlamak üzere yazmaya başlar. Sonunda çok meşhur bir yazar olur. Pek çok kitap yazar. Yazdığı kitaplardan bazıları ise çocuklara dairdir. Kısacası o, yalnız çocuklarını sevmekle de yetinmeyecek, yazdığı yazılarla, kitaplarla ailelerin çocuklarını çok sevmelerini isteyecektir.Fakat o babasını çok sevmesine karşın, onun ellerini başında gezdirmesini kim bilir ne kadar istemiş, özlem duymuştur. Babasının kucağına alıp da onu; öpücüklere gark etmesini, ona sımsıkı sarılmasını...Fakat baba onları öpücüklere gark etmese de onların ruhlarını doyurmuş, onların yüreklerine inancı nakşetmiştir. Bu az şey midir?Bu yazarımız kimdir, diye sormayın. Çok sevdiğimiz bir yazar.Önemli olan bu anlatılanlardan ders çıkarıp, çocuklarımızı hem sevgiyle, hem inançla doyurmaktır...
 alıntı (ZAHİDAN)

9 Mayıs 2011 Pazartesi

EY GÜZEL ANNEM

Ey Güzel Annem

Cennetin kapısı sana emanet
Anahtarı sende Ey Güzel Annem
Ne zaman günahtan duysam nedamet
Bütün suçlar bende Ey Güzel Annem

Sancılar içinde verdiğim ilk dert
Narin sinirleri gerdiğim ilk dert
Yaşları gözüne derdiğim ilk dert
Derdin biri bindi Ey Güzel Annem

Kundaklara beni,sana bağladın
Sımsıkı durmayı bana sağladın
Dur durak bilmezken naçar ağladın
Yaşın oldum tende Ey Güzel Annem

Hazzından yenilmez şekerdim,baldım
Tadımdan herkesin dilinde kaldım
Nice hünerlerle gönüller çaldım
Aklım yoktu cinde Ey Güzel Annem

Bir tatlı busenin oyuncak şartı
Sevgi ölçüsüydü bendeki tartı
Haşarı durumda doktorun kartı
İğnedeki kandı Ey Güzel Annem

Yokluk acısını bal gibi tattım
Canım istenmezi kenara attım
Her olur olmazda yerlere yattım
Sendeki de candı Ey Güzel Annem

Engin NAMLI

5 Mayıs 2011 Perşembe

MEZAR TAŞI

Gündüz demez ,gece demez
Yoklar bizi mezar taşı
Kurda vermez kuşa vermez
Saklar bizi mezar taşı


Sırrımızı gizleyerek
İçin için sızlayarak
Ana gibi özliyerek
Koklar bizi mezar taşı


Ayağı yok yürümez ki
Kolay kolay görünmez ki
Senin  kadar korumaz ki
Gözler bizi mezar taşı

Zaman ömrümüzü yuttu
Acap kendin nere gitti
Böyle delik deşik etti
Aklar bizi mezar taşı


Nöbet tutar,uyku tutmaz
Hırsız değil adam soymaz
Dostlarını yalnız koymaz
Bekler bizi mezar taşı
                      Aşık  Gülhani

3 Mayıs 2011 Salı

KISSADAN HİSSE

Şeytan bir gün insan kılığına girerek birisiyle arkadaşlık yapmaya başlamış Sabah kalkmışlar, güneş doğmuş adam sabah namazını kılmamış, öğle namazı vakti olmuşadam, namazla ilgilenmemiş, ikindi namazı olmuş, adamın namazla alakası yok Şeytan merak eder acaba akşam namazı olunca ne olacak? Akşam olur, adam yine namazını kılmaz Yatsı olur, adam namaz kılmadan yatmaya hazırlanınca şeytan dayanamayıp kendini tanıtır ve der ki:
Allah bana Adem(as) secde etmemi emretti ben, bir defa Allah'ın emrini dinlemeyerek asi oldum Sen ise bir günde beş defa Allah'ın emrini dinlemeyerek asi oluyorsun,senin şerrinden Allah'a sığınırım, diyerek oradan uzaklaşmış